17 Kasım 2001 Cumartesi

Yağmurun sesi

Ansari der ki: "Gecenin içerisinden bir ses fısıldadı ve 'gecenin içerisinden fısıldayan bir ses yoktur,' dedi."

Parmakları pahalı yüzüklerle dolu orta yaşlı kadın, bardağına biraz cin koyup üzerine su ilave ettikten sonra, çantasından çıkardığı efervesan C vitamin hapını içine atıyor. Fısss diye bir ses duyuluyor ve bir süre hapın serbest bıraktığı hava kabancıklarının yukarıya ittiği küçük su damlacıkları içkinin yüzeyinde dolaşıyor.

"Cin içmenin en keyifli şekli bu," diyor.

Sesi sanki gırtlağından değil daha aşağılardan, hayatının tünediği esrarengiz yerden geliyor.

"İçine başka ne koyarsanız koyun, cin çok sulu oluyor."

Cep telefonumun mesaj servisinde her gün yanlış mesajlar buluyorum. Daha doğrusu, yanlış telefona bırakılmış doğru mesajlar.

Tanımadığım bir ses. Derin ve rahatsız bir uykudan yeni uyanmış, eğitimli bir adama ait. "Seni dün akşam rüyamda gördüm," diyor. "Yıkanıyordun. Düşmedin. Çizik mizik yoktu. Beni bir ara. Merak ettim." Sonra nefes alıp verişini duyduğum kısa bir sessizlik. Mesajın sonu. Rüyaların bir şeylere yorulabileceğine inanan insanların irrasyonel dünyasından gelen bir mesaj.

Bu da tanımadığım bir kadın. O da uykudan yeni uyanmış ama sesi uyanıklıktan çok uykuya ait. Beyaz, serin çarşafların arasından geliyor. "Sevgilim, dün akşam harikaydın. Hele o dilin yok mu."

Evlilik dışı aşkların yaşandığı yataklar yelkenliler gibidir.

Orta yaşlı kadın, ağızlığına bir Silk Cut sigara koyup yakıyor. İstanbul'da yaşayan zengin bir adamın oğlunun adını söylüyor. "İstanbul'un en güzel manzarası onun Salacak'taki evinin yatak odasından görünür," diyor.

Yüzüne bakıyorum. Güzel yüzü açık ve dudaklarında her zaman bir tebessüm var. Bana zengin işadamanın oğlu ile yattığını mı söylemek istiyor?

Birkaç nesilden beri zengin ve dünyadaki yerinden emin bir insanın rahatlığını taşıyor. Onu, yerinden ancak ölüm oynatabilir. C vitaminli cinini alıyor ve bahçeye çıkıyoruz. Bir adada, Tibet'ten ve Himalayalar'ın eteklerinden toplanmış rododendronlarla dolu bir ormanın ortasında bir evdeyiz. Ağaçların arasından, vadide bir göl görünüyor. Rododendronların üzerine iri yağmur damlaları dökülüyor.

"Rododendrondan anlayanlar, onların çiçeklerini değil yapraklarını severler," diyor. "Eğer yapraklarını ters çevirirseniz, her birinin değişik olduğunu göreceksiniz. Kimi süeti, kimi deriyi, kimi gümüşü andırır."

Birçok şeyi ilk ve son defa yapıyoruz.

Birkaç saat önce birimizi tanımıyorduk. Bu birkaç cümleden başka fazla bir şey konuşmayacağız ve büyük bir olasılıkla birbirimizi bir daha görmeyeceğiz. Ama ortak bir arkadaşımızın verdiği küçük bir yemekte çantasında C vitamini taşıyan kadınla hayatlarımız bir şekilde birbirine dokunuyor.

"Burada saatlerce durup bu manzarayı seyredebilirim," diyorum.

"Ben de saatlerce yağmurun sesini dinleyebilirim," diyor.

Özür
Geçen hafta yazdığım Eko Kardiyolog yazısı Asaf Savaş Akat'ı seven birçok insanı kızdırdı. Buna üzgünüm. Amacım bir mizah yazısı yazmaktı ama galiba beceremedim. İstemeden üzmüş olabileceğim Akat, ve Egen Cansen ile Deniz Gökçe'den özür dilerim. MM.

EN ÇOK OKUNANLAR