9 Aralık 2001 Pazar

Laleli Camii'nin dudak tiryakisi

Mutfaktaki masanın çevresinde akşam yemeği yiyoruz. Ben, eşim, ve çocuklarımız Selim (8) ve Sara (6).

"Yemekten sonra deniz kenarına kadar inip Çınaraltı'nda çay içeceğim," dedi eşim. "Bütün gün piyanonun başındaydım. Hava almak istiyorum."

Selim masanın başında, karşımda oturuyor. "Büyük olmak ne kadar iyi," dedi. "İstediğin zaman çekip gidiyorsun. Biz şimdi yukarı çıkıp yatmak zorundayız. Biz durmadan okula gitmek ve ev ödevi yapmak zorundayız."

Sara "büyük olmak her zaman iyi değil," dedi, o her zamanki kelimeleri seçe seçe, yavaş konuşmasıyla.

"Neden?" diye sordu Selim.

"Çok ağır oldukları için onları kimsefkucağına almıyor," dedi Sara. "Ağladıkları zaman da onları kimse teselli etmiyor."

Yemek bitti. Çocuklar üst kata çıkıp dişlerini fırçaladılar ve pijamalarını giydiler. Hikâyeleri okundu. Uyumak üzere odalarına gittiler. Yorganları üzerlerine çekildi. Öpüldüler.

Sara başını yastığa koyar koymaz uyuyor. Selim, o kadar çabuk uyuyamıyor. Çoğu zaman, annesi ile Almanca uzun uzun, fıs fıs birşeyler konuşuyor. Fıs fıs konuşma safhasına gelindiğinde ben aşağıya oturma odasına iniyorum.

Merdivenlerden aşağı inerken geçen sene babasını kaybeden çok yakın bir arkadaşımın söyledikleri aklıma geldi. Baba Lefkoşa'da, sur içindeki dar sokaklardan birinde bir kahve çalıştırıyordu, anne ile birlikte.

Anne şişman, suyu yara yara gidiyormuş gibi yavaş yürüyen, kolay kahkaha atan, sevecen bir kadındı. "Yemek yediniz mi be çocuklar?" diye sorar, kahkahasını atardı.

Baba ise asık suratlı, az konuşan, ters bir adamdı. Dudak tiryakisi idi.

Dudaklarında her zaman, külü dökülmek üzere olan bir sigara asılıydı.

Sigarasını yakar, dudaklarının arasına iliştirir, dumanını hiç içine çekmeden,f külünü silkmeden öylece tutardı. Sigara dudakta durmayacak kadar küçüldükten sonra paketinden filtresiz bir sigara çıkarır, ulardı.

Arkadaşımı görmek için çoğu zaman kahveye giderdim. O zamanlar arkadaşlık hayatımızdaki en önemli şeydi.f İlk çıplak kadın fotoğraflarını onun evinde görmüştüm. Bir arkadaşımız ressamfamcasının çıplak model kitabını yürütüp getirmisti. Yutkunarak seyrettiğimiz iri memeli modellerin siyah beyaz fotoğraflarını hâlâ hatırlıyorum.

Kerpiç, yüksek tavanlı Osmanlı evine kahvenin arkasındaki eski bir sabun imalathanesinden ve geniş bir avludan geçilerek ulaşılırdı. Bisikletimi kahvenin kaldırımına dayadıktan sonra içeri hep arkadaşımın babasıyla karşılaşmama ümidi ile girerdim. Karşılaştığımızda (bu sık sık olurdu) bana hiç selam verdiğini veya başka bir şekilde varlığımın farkında olduğunu belli ettiğini hatırlamıyorum.

Önce anne öldü. Kahve kapandıktan, müşterilerinden çoğu öldükten, Laleli Camii Türkiye'den gelen göçmenlerle dolmaya başladıktan sonra uzun yıllar tek başına yaşayan baba da dünyayı terketti.

"Onu gömmeye gittiğimiz gün düşündüm," dedi arkadasım: "Nasıl adammış. Babamın hiç hayatında bana sarıldığını, öptüğünü, kucağına aldığını hatırlamıyorum."

Şu sözcüklerin ağzımdan çıkması kolay olmadı: "Ben de."

EN ÇOK OKUNANLAR