3 Şubat 2002 Pazar

Yağmuralan

Bir zamanlar Türkçeden daha iyi Rumca konuşurdum.
Hayatımın ilk dört yılını Kıbrıs’ın batısında, Yağmuralan adlı bir köyde geçirdim. Trodos dağının dik yamaçlarının birinde, çam ormanları arasında saklı, ortasından dere akan, 20-25 hanelik bir köydü.

Yağmuralan’ın çam ağaçlarının iğnelerinden meydana gelen halının altında yetişen bakır renkli mantarları ile ünlü olduğunu çok sonra öğrendim.

Köyün ahalisi Türktü. Ama, tek dershaneli ilk okuldaki Türk bir öğretmenin okuttuğu çocuklar dışında herkes Rumca konuşurdu. Annemden ilk tokadımı bir gün eve gelip ona Rumca konuşunca yediğimi hatırlıyorum.

O zamanlar Türk Rum karışık yaşıyorduk adada ve nerdeyse bütün Türkler az-çok Rumca konuşurdu. Babam gibi Rumlardan daha iyi Rumca bilen bir çok Türk vardı. Annem ender istisnalardan biri idi. Ne köyden hazzediyordu, ne Rumlardan, ne de Rumcadan. Ormancı olan babamın peşinde birçok köy dolaşmasına rağmen - çoğunda Rumlar çoğunlukta idi - ısrarla Rumca öğrenmedi. Bunu Rumları sevmediği için mi yapıtı, yoksa babama inat olsun diye mi hiç bir zaman öğrenemedim.

Neden köyün Müslüman Türkleri Türkçe bilmiyordu? Osmanlılar 1571 de adayı aldıktan sonra din değiştiren Rumların soyundan mı geliyorlardı? Kim bilir. Güçlü orduların istila yolu üzerinde olan, tarih boyunca kendi halkının egemenliği altında hiç yaşamamış küçük bir adadaki yitik bilgilerden biri.

Liseyi Türklerle Rumların karışık okuduğu tek okulda bitirdim. Çatışmalar aşağı yukarı benim o liseye girdiğim yıl başladı ve bitirdiğim yıl bitti. Bundan dolayı hiç Rum arkadaşım olmadı. Altı yıl boyunca ne ben bir Rumun evine gittim, ne de bir Rum benim evime geldi. Ayni sıralarda yan yana yıllarca oturduk ama aramızda dökülen kanlardan, mezar taşsız kayıplardan kayıplardan, terkedilen köylerden, zehirli siyasetçi nutuklarından bir barikat vardı.

İçlerinde melunca ve gaddara milliyetçi olanlar vardı Rum öğrencilerin. Ama çoğu, işte, bizim gibi çocuktu. Eğer durum değişik olsaydı her şey değişik olabilirdi. Öyle sanıyorum ki hiç konuşulmamasına rağmen hepimiz bunun farkındaydık. Ama hem onlar hem biz dışlayıcı ve miyop bir milliyetçiliğin esiri idik.

Rumcamı öğrencilerin yüzde yetmişinin Rum olduğu o okulda unutmağa başladım.

Yağmuralan (orjinal adı Vroisha’dır; daha sonra bütün Türk köylerine Türkçe isim verdik; hiçbiri, ama, Yağmuralan kadar güzel değildi) Yağmuralan Türklerin can korkusuyla terkettikleri ilk köylerden biri oldu. Şimdi, gitseniz oralarda evlerin temellerinden ve yabanileşmiş birkaç gül, asma ve meyva ağacından başka bir şey bulamazsınız. Çam ağaçları köyü ormana geri verdi.

İkinci dalga çarpışmaların başladığı 1963 yılından bu yana 40 yıla yakın bir zaman geçti.

Nerdeyse bütün hayatı çatışma ve ayrılık içinde geçen bizim nesil ellilerinde.

Şimdi tekrar iki toplumun bir arada veya yanyana yaşaması için görüşmeler yapılıyor.

Türk ile Rum. Müslüman ile Hristiyan. Zengin ile yoksul. İleri ile geri. Ve farklı yaşam felsefesi, iş ahlakı, yönetim biçimi, demokrasi ve özgürlük anlayışı, kültür, kadın-erkek ilişkisi, gelenek ve görenek. Ve terkedilmiş köyler, bir daha bulunmamak üzere korkunç bir biçimde kaybolan insanlar, ölüler, ırzına geçilenler, tahrip edilen cami ve kiliseler, ağıl yapılan mezarlıklar, şehitler abideleri. Bosna, Arnavutluk, Filistin, Dağlık Karabağ.

Eğer barışın imkansız olduğuna inanmak istiyorsanız inanmak için her şey var.

Ben, ama, inanmak istemiyorum.

EN ÇOK OKUNANLAR