22 Ocak 2001 Pazartesi

Kandilli'de üç villa ve villaların kapıcısı

Eğer o gün yağmur yağmasaydı bazılarının ne kadar korkusuzca çaldığını belki de hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

Geçtiğimiz pazar günü çokuluslu bir şirkette üst düzey yönetici olan bir arkadaşımızın teknesinde Boğaz turuna davetliydik. Sabahleyin uyandığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Hava serindi. Eşimi mutfakta, kahvaltı masasında telefonda konuşurken buldum. "Boğaz turu iptal odu. Bizi bahçelerinde yemeğe bekliyorlar," dedi konuşmasını bitirince ve ekledi: "Evleri çok güzel."

Birkaç saat sonra, hazırolda koşan bekçinin açtığı elektrik motoruyla çalışan, demir bir kapıdan içeriye giriyorduk. Sarmaşıklarla kaplı taş duvarların arkasındaki büyük bahçede üç villa vardı. Bizim davetli olduğumuz villa ortada olanıydı. Ayaklarının altında, manikürlü çimenler ve butik ağaçlarla çevrili bir yüzme havuzu vardı. Aşağılarda bir yerlerde göremediğimiz tenis kortundan çocuk bağırışmaları geliyordu. Karşı yakada Emirgan - İstinye sahil yolunda yavaş yavaş ilerleyen arabalar karıncalar gibiydi.

İçkilerimizi aldık, daha önce gelenlerle tanıştırıldık.

Villaların en büyüğü bize göre solda olanıydı. Kapısının önünde çağla yeşili bir Toyota duruyordu. Kıyıya diğerlerinden daha yakın olduğu için manzarası daha güzel olmalıydı. Önünde büyük bir havuz vardı. İnsan bu havuzda geceleyin sırtüstü yüzerek Yeniköy'den Sarayburnu'na kadar Avrupa yakasının ışıklarını seyredebilirdi.

Böyle bir villa kaç milyon dolar ederdi acaba?

"Orada ev sahibimiz oturuyor" dedi arkadaşımın karısı, o yöne baktığımı görünce."Belki tanırsın."

Ünlü bir bürokratın adını verdi. Bu zat uzun yıllar Türkiye'nin en büyük kamu iktisadi teşeküllerinden birini yönetmiş, daha sonra sağlık nedenleriyle görevini bırakmıştı.

Peki dönümlerce arazi üzerine milyonlarca dolar değerindeki bu villaları memur maaşıyla nasıl yaptırabilmişti? Ve nasıl korkmadan içinde oturabiliyordu?

***

Yukarıdaki yazıyı 1997'nin ağustos ayında yazdım. Kimse merak edip bana bürokratın adını sormadı. Süleyman Demirel'in Türkiye'sinde rüşvet alıp vermek, nefes alıp vermek kadar normaldi. Dünyanın, bazı bakanlıklarında dolara endeksli rüşvet tarifeleri bulunan tek ülkesinde yaşıyorduk.

Şimdi bu durumun eski kesafetinde devam etmeyeceğine dair emareler var.

Onun için bazı yerlerden yükselen sesleri hayretle dinliyorum. İş adamı Şarık Tara Moskova'da gazetecilere "Ankara'dan tokat gelir diye bekliyorum," diyor. Türk Telekom Genel Müdürü İbrahim Alptürk ise "imza atarken" korkuyormuş.

Neden korkuyorlar? Bu güne kadar gözaltına alınmış bir dürüst iş adamı veya bürokrat mı var?

Ne olmasını bekliyorlardı? Türkiye'nin sonsuza dek bir rüşvetçiler cenneti olarak kalmasını mı?

Ama Kandilli'de beni en çok etkileyen rüşvet villaları değildi. Kapıcı sosyal sigortasız çalıştırılıyordu ve vergisi ödenmiyordu. Bunu duyunca, içimden, ihtiyar bürokratı tutup, kafasını havuzunun sularına daldırmak geldi. Ve vücudunda hiç bir kıpırtı kalmayıncaya kadar orada tutmak.

EN ÇOK OKUNANLAR